İlber Ortaylı Hoca'nın geçtiğimiz gün
annesi vefat etti. Hoca'nın, validesi Prof Şefika Karaşay Ortaylı'nın ardından
yazdığı yazıya denk geldim. Kısa ama öz bir metindi. Akademisyenler için de
nefis bir öğüt vardı içinde.
Aklıma bir şey takıldı okurken ve buraya
kadar getirdi beni bu düşünce.
İlber Hoca diyor ki "Annem öyle herkesi şımartmazdı. En çok takdir ettiği
öğrencisi ise Ataol Behramoğlu'ydu. Ataol da annemi çok severdi ve Öğretmenler
Gününde yazılar yazardı". Şefika Hanım, bilindiği gibi Rusça profesörü ve
çok önemli kişiler yetiştirmiş, zaten kimseyi yetiştirmese bile oğlunu
yetiştirip Türkiye'ye sunmuş bir çınar, bir bilim insanı.
Ataol Bey de böylesine önemli bir
hocanın övgüsüne mazhar olduğu için çok mutlu olmalı fakat benim aklıma başka
bir şey geldi.
Habertürk Tv'de çok da uzak olmayan bir
dönemde bir tartışma programında gördüm Ataol Bey'i. Kendisi, en çok sevdiğim
şairlerden olan İsmet Özel'in de en yakın arkadaşı olunca dikkat kesildim ve
konu da epey mânidar; Kültürel İktidar.
Karşısında ise bugünkü iktidarı temsilen
şunlar oturuyor: Kırmızı Pantolonlu İsmail ve Deli Yürek'te Kenan
İmirzalioğlu'nun peşinde Paşam Paşam diye dolaşan nargileci oyuncu.
Düşünsenize, konu Kültürel İktidar; sol
tarafı temsilen Ataol Bey gibi bir dev orada ve siz karşısına çıkara çıkara
bunları çıkartabiliyorsunuz. En fazla bunları.
Eskiden soldan sayınca Reha Muhtar, Hakkı Devrim, Ali Kırca; sağdan sayınca
Hasan Cemal, Murat Belge, Cengiz Çandar tartışırlardı. Çok şanslıyız ki ilk
gençliğimizde Tv’de bu insanlara denk gelirdik ve istifade edebildiğimiz kadar
ettik. Mesela İsmet Özel’in Mehmet Ali Aybar’dan bahsettiğini ve bu ismi ilk
kez orada duyduğumu ve hışımla araştırmaya başladığımı, oradan Bahriye Üçok’a
vardığımı, oradan Uğur Mumcu’ya gittiğimi hatırlıyorum. Cengiz Çandar’ın
Çandarlı soyundan geldiğini, Deniz Gezmiş’in arkadaşı olduğunu biliyor ve
yazılarını merakla okuyordum. Murat Belge’nin neredeyse Türkiye’de “İngilizce
Çeviri” denilince akla gelen ilk isim olduğunu; İletişim Yayınlarını kurduğunu,
babası Burhan Asaf Belge’nin bir dönemin meşhur Macar aktristi Zca Zca Gabor’la
evlendiğini öğreniyordum. 17-18 yaşlarında bir çocuktum ve bunları öğrenmek
beni, bugün Ayasofya’nın açılmasından daha çok mutlu ediyordu. Bu kişiler bir
silsileydi. Hadi eski tabirle yazayım; “Müteselsilen” geliyordu bu kişiler ve
silsilenin ilk halkası da öyle kolay kolay oluşmuyordu. Çetin Altan’ın oğullarını
okuduktan sonra, Cemal Bardakçı’nın torununundan bir şeyler öğreniyor ve kendimize
muhteşem şeyler katma yolunda ilerliyorduk.
Bugün medyada tüm bu isimlerin neredeyse tamamı tasfiye edildi. Büyük bir
özenle, Hasankeyf’i, Uzun Göl’ü, Salda’yı nasıl tek tek rezil ettilerse,
medyayı da böyle yağmaladılar. Bu birikimli isimlerin yerine adını bile
anmaktan ikrah edeceğim, isimlerinin altında Araştırmacı-Yazar şerhi bulunan
ucubeler yerleştirdiler.
Kültürel İktidar edebiyatını asla ağızlarından düşürmeyenlerin geldikleri nokta
bu.
En başta da bahsettiğim gibi yıllarca Rusya’da yaşamış ve Rus edebiyatından
çeviriler yapan Prof.Dr. Ataol Behramoğlu’nun karşısına; muhtemelen programdan
önce bol soğanlı köfte ekmeklerinin üstüne 15 bardak çay içmiş, lumpen kahvehane
bilmişlerini koydular.
2008 yılında Yaşar Kemal’e verilen Cumhurbaşkanlığı
sanat ödülünü, 10 sene sonra İbranice bilmeyen Kudüs şairi (!) “ağabeylerine” verdiler. Kültürel İktidar mı
Kültürel Dekadans mı takdir, okuyanların.
Bu doğrultuda Ayasofya’nın yeniden camii
olmasını da Kültürel İktidar olarak okumak gerekir. Tabii çökmüş ve enkaz
haline getirilen kültürel iktidarın, kendini ispat etme çabasından öteye
gitmeden. Hani Freudyen bir bakış açısıyla, bazı erkeklerin devasa arabalar alıp kadınlara karşı ispatlamaya çalıştığı şeyler gibi…
İbadethaneler, sadece kendini ispat etmek zorunda olanların kozudur. Mustafa
Kemâl bu kozu kullanmaya tenezzül etmediği için, daha ilk senelerinde olan yeni
Türkiye, uluslararası kamuoyu tarafından ciddiye alınmıştır. Fatih Sultan
Mehmet, fetihten tam 9 sene sonra Fatih Camii’ni inşa ettirmiştir. Ayasofya’ya
ilk mimari müdahale de fetihten 120 yıl sonra Mimar Sinan tarafından
gerçekleştirilmiştir. Çünkü o dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı’nın
ibadethaneler yoluyla ispatlamak zorunda olduğu herhangi bir şey yoktur.
Güney Amerika’daki Kiliseler ve dini ikonaların yüksekliği; Balkanlardaki Müslüman yapılarının muazzam olma
sebepleri de bundandır. Aklınızda bir acaba varsa, muallak bir durum söz
konusuysa hemen ibadethanelere yönelirsiniz. Bu refleksle İstanbul havalimanına
maket de olsa koskoca bir cami kondurursunuz ki dış hatlardan gelenler ilk onu
görsünler. Peki neyi ispatlamaya çalışırsınız bu nicel büyüklükle ? Nitel
büyüklükten git gide uzaklaştığınızı.
Ayasofya hamaseti, AB ülkelerinin seyahat kısıtlamasını kaldırdığı 1 Temmuz’dan
birkaç gün sonraya denk geldi. Tesadüf olmadığını söylemeye gerek yok. Pandemi’den
sonra AB ülkeleri ve dolayısıyla Yunanistan’a girebilecek ülkelerden bazıları;
Gürcistan, Ruanda, Tayland, Cezayir, Fas… Bu ülkelerin bile girebildiği AB
topraklarından veto yemenin öfke krizini yaşıyoruz şu an. Anlık tepkilerle
şahlanan bir devletin yarattığı toz bulutu ve ağırbaşlılıktan uzaklaşılan bir
yolun karanlığının içindeyiz.
Kültürel İktidarınız olmazsa, sizi durduracak kimse olmaz. Sizi durduracak
kimse olmazsa, her istediğinizi yaparsınız, her istediğinizi yaparsanız dolar 7
lira, Euro 8 lira, işsizlik %30, enflasyon %20 olur maazallah. Sonra da olan bitenin sorumlusu olarak Netflix'i kapatmaya çalışırsınız.
Nasıl bitiriyorduk yazıyı makbul olmak için ? Hah buldum; Selam ve dua ile.