12 Temmuz 2020 Pazar

Özgüvensiz Görünmeyi Göze Almak


İlber Ortaylı Hoca'nın geçtiğimiz gün annesi vefat etti. Hoca'nın, validesi Prof Şefika Karaşay Ortaylı'nın ardından yazdığı yazıya denk geldim. Kısa ama öz bir metindi. Akademisyenler için de nefis bir öğüt vardı içinde.
Aklıma bir şey takıldı okurken ve buraya kadar getirdi beni bu düşünce. 
İlber Hoca diyor ki "Annem öyle herkesi şımartmazdı. En çok takdir ettiği öğrencisi ise Ataol Behramoğlu'ydu. Ataol da annemi çok severdi ve Öğretmenler Gününde yazılar yazardı". Şefika Hanım, bilindiği gibi Rusça profesörü ve çok önemli kişiler yetiştirmiş, zaten kimseyi yetiştirmese bile oğlunu yetiştirip Türkiye'ye sunmuş bir çınar, bir bilim insanı. 
Ataol Bey de böylesine önemli bir hocanın övgüsüne mazhar olduğu için çok mutlu olmalı fakat benim aklıma başka bir şey geldi.
Habertürk Tv'de çok da uzak olmayan bir dönemde bir tartışma programında gördüm Ataol Bey'i. Kendisi, en çok sevdiğim şairlerden olan İsmet Özel'in de en yakın arkadaşı olunca dikkat kesildim ve konu da epey mânidar; Kültürel İktidar.
Karşısında ise bugünkü iktidarı temsilen şunlar oturuyor: Kırmızı Pantolonlu İsmail ve Deli Yürek'te Kenan İmirzalioğlu'nun peşinde Paşam Paşam diye dolaşan nargileci oyuncu.
Düşünsenize, konu Kültürel İktidar; sol tarafı temsilen Ataol Bey gibi bir dev orada ve siz karşısına çıkara çıkara bunları çıkartabiliyorsunuz. En fazla bunları. 
Eskiden soldan sayınca Reha Muhtar, Hakkı Devrim, Ali Kırca; sağdan sayınca Hasan Cemal, Murat Belge, Cengiz Çandar tartışırlardı. Çok şanslıyız ki ilk gençliğimizde Tv’de bu insanlara denk gelirdik ve istifade edebildiğimiz kadar ettik. Mesela İsmet Özel’in Mehmet Ali Aybar’dan bahsettiğini ve bu ismi ilk kez orada duyduğumu ve hışımla araştırmaya başladığımı, oradan Bahriye Üçok’a vardığımı, oradan Uğur Mumcu’ya gittiğimi hatırlıyorum. Cengiz Çandar’ın Çandarlı soyundan geldiğini, Deniz Gezmiş’in arkadaşı olduğunu biliyor ve yazılarını merakla okuyordum. Murat Belge’nin neredeyse Türkiye’de “İngilizce Çeviri” denilince akla gelen ilk isim olduğunu; İletişim Yayınlarını kurduğunu, babası Burhan Asaf Belge’nin bir dönemin meşhur Macar aktristi Zca Zca Gabor’la evlendiğini öğreniyordum. 17-18 yaşlarında bir çocuktum ve bunları öğrenmek beni, bugün Ayasofya’nın açılmasından daha çok mutlu ediyordu. Bu kişiler bir silsileydi. Hadi eski tabirle yazayım; “Müteselsilen” geliyordu bu kişiler ve silsilenin ilk halkası da öyle kolay kolay oluşmuyordu. Çetin Altan’ın oğullarını okuduktan sonra, Cemal Bardakçı’nın torununundan bir şeyler öğreniyor ve kendimize muhteşem şeyler katma yolunda ilerliyorduk. 

Bugün medyada tüm bu isimlerin neredeyse tamamı tasfiye edildi. Büyük bir özenle, Hasankeyf’i, Uzun Göl’ü, Salda’yı nasıl tek tek rezil ettilerse, medyayı da böyle yağmaladılar. Bu birikimli isimlerin yerine adını bile anmaktan ikrah edeceğim, isimlerinin altında Araştırmacı-Yazar şerhi bulunan ucubeler yerleştirdiler.
Kültürel İktidar edebiyatını asla ağızlarından düşürmeyenlerin geldikleri nokta bu.
En başta da bahsettiğim gibi yıllarca Rusya’da yaşamış ve Rus edebiyatından çeviriler yapan Prof.Dr. Ataol Behramoğlu’nun karşısına; muhtemelen programdan önce bol soğanlı köfte ekmeklerinin üstüne 15  bardak çay içmiş, lumpen kahvehane bilmişlerini koydular.  
2008 yılında Yaşar Kemal’e verilen Cumhurbaşkanlığı sanat ödülünü, 10 sene sonra İbranice bilmeyen  Kudüs şairi (!) “ağabeylerine” verdiler. Kültürel İktidar mı Kültürel Dekadans mı takdir, okuyanların.
Bu doğrultuda Ayasofya’nın yeniden camii olmasını da Kültürel İktidar olarak okumak gerekir. Tabii çökmüş ve enkaz haline getirilen kültürel iktidarın, kendini ispat etme çabasından öteye gitmeden. Hani Freudyen bir bakış açısıyla, bazı erkeklerin devasa arabalar alıp kadınlara karşı ispatlamaya çalıştığı şeyler gibi…
İbadethaneler, sadece kendini ispat etmek zorunda olanların kozudur. Mustafa Kemâl bu kozu kullanmaya tenezzül etmediği için, daha ilk senelerinde olan yeni Türkiye, uluslararası kamuoyu tarafından ciddiye alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet, fetihten tam 9 sene sonra Fatih Camii’ni inşa ettirmiştir. Ayasofya’ya ilk mimari müdahale de fetihten 120 yıl sonra Mimar Sinan tarafından gerçekleştirilmiştir. Çünkü o dönemin en güçlü devleti olan Osmanlı’nın ibadethaneler yoluyla ispatlamak zorunda olduğu herhangi bir şey yoktur. 
Güney Amerika’daki Kiliseler ve dini ikonaların yüksekliği;  Balkanlardaki Müslüman yapılarının muazzam olma sebepleri de bundandır. Aklınızda bir acaba varsa, muallak bir durum söz konusuysa hemen ibadethanelere yönelirsiniz. Bu refleksle İstanbul havalimanına maket de olsa koskoca bir cami kondurursunuz ki dış hatlardan gelenler ilk onu görsünler. Peki neyi ispatlamaya çalışırsınız bu nicel büyüklükle ? Nitel büyüklükten git gide uzaklaştığınızı.
Ayasofya hamaseti, AB ülkelerinin seyahat kısıtlamasını kaldırdığı 1 Temmuz’dan birkaç gün sonraya denk geldi. Tesadüf olmadığını söylemeye gerek yok. Pandemi’den sonra AB ülkeleri ve dolayısıyla Yunanistan’a girebilecek ülkelerden bazıları; Gürcistan, Ruanda, Tayland, Cezayir, Fas… Bu ülkelerin bile girebildiği AB topraklarından veto yemenin öfke krizini yaşıyoruz şu an. Anlık tepkilerle şahlanan bir devletin yarattığı toz bulutu ve ağırbaşlılıktan uzaklaşılan bir yolun karanlığının içindeyiz. 
Kültürel İktidarınız olmazsa, sizi durduracak kimse olmaz. Sizi durduracak kimse olmazsa, her istediğinizi yaparsınız, her istediğinizi yaparsanız dolar 7 lira, Euro 8 lira, işsizlik %30, enflasyon %20 olur maazallah. Sonra da olan bitenin sorumlusu olarak Netflix'i kapatmaya çalışırsınız.
Nasıl bitiriyorduk yazıyı makbul olmak için ? Hah buldum; Selam ve dua ile.


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder