9 Aralık 2020 Çarşamba

Rezil Olma Denemesi

 

Henüz kandırılmamışlardı çünkü henüz öğrenmemişlerdi. Ice Tea ve soğuk çay arasında bir yerlerde geziniyorlardı. Aslında biliyorlardı ki bu dostluk bir gün ayrılacak ve herkes ayrı bir şehirde, ayrı bir faturanın üzerinde açık adres arayacaktı yemek siparişi için. Tanrının  duymadığı ama bunun çok da dert edilmediği sokaklarda oluyordu bütün bunlar.
Aşık olmanın maliyetsiz olduğu; dostluğun şeffaf, dandik ama en önemlisi ücretsiz bir poşete sığdığı o günlerdeydi.
Devletin, bilendiği gençleri kendi safına çekmekten başka bir çaresinin olmadığı, gençlerin ise devletin safına geçmekten başka bir yolunun kalmadığı bir ülkede oluyordu tüm bunlar. Herkes birbirine memuriyet tavsiyesi veriyor, geri kalan herkese burun kıvırılıyor; tüm gençler, ayın 15’inde telefonuna gelecek o meşhur maaş bildirimi için birbirini eziyordu. Tüm gençler sözü abartı değildi; içlerinde avukat,mühendis,öğretmen, biyolog,sporcu ve hatta doktor bile vardı.  Böyle bir ülkede aşık olmanın olanakları üzerinde tartışmalar dönerken, dostluk da en az onun kadar çetrefilli bir yoldaydı.
Aşkın ne olduğu hakkında kimse ahkâm kesemez fakat sanırım bir açıklaması da hep daha fazlasını istemektir. Yetinmemek, mutlu olmamak, her şeye cür'et etmek ve en sonunda tükenip başka bir şeye dönüşmek diye de açıklanabilir biraz. Yani tam da memur olmak için zamanını, sağlığını, gençliğini feda eden bir nesil için biçilmiş bir kaftandır aşk (!)
İşte Âdem bu memuriyet hülyasına kendini kaptırmış ama aşkın ve dostluğun ne olduğunu da bilen, disiplinli bir romantikti. Öyle ki memur olacağından emin olduğu için sakallarını hiç kesmedi, nasılsa memur olunca her gün tıraş olacağım diye şimdiden yüzünü dinlendiriyordu. Bunu anlayan, en yakın dostu Melih’ti ve anladığını belli etmemişti. Melih’in bunu anladığını ise Âdem anlamıştı fakat o da bunu belli etmiyordu. Kibirli adamlardı bunlar, hatta bunların rezil olması bile kibirliydi.
Melih’in  ise memuriyetle ilgili herhangi bir planı yoktu. Zaten genel olarak plan yapamaz, yapınca başına gelecek aksiliklerden çekinirdi. Hatta memuriyete karşı geliştirdikleri bu iki farklı tavır yüzünden; birinin en sevdiği şair İsmet Özel'ken, diğerininki Kemâlettin Kamu'ydu. Bunlar iki yakın dosttu fakat hiçbir zaman birbirlerinden biz diye bahsedip, iki kişilik bir devlet kurma hevesine atılmazlardı. Âdem kendinden Adem diye bahseder, Melih de buna katılırdı. İkisi ayrı birer 1 rakamıydı fakat  toplayınca 2 değil, daha büyük bir 1 ediyorlardı. Kendilerini tenzih edip yaşamayı severlerdi. Tüm dünya bir yere dikkat kesilmişken, onlar ormanın birinde bisiklet sürüp hiç yorulmamış gibi yapmayı tercih ederlerdi.
İşte yine bu günlerden birinde, sanki sonunu bilmiyormuş gibi bir işe kalkıştı Melih ve aralarında şöyle bir diyalog gelişti;

-Âdem, benim bakıştığım şu meşhur kadın var ya
-Yine neler karıştıracaksın söyle hadi
-Dur hemen batardize etme
-O ne demek lan
-Yahu  dinlesene
-Tamam hadi sustum
-O kıza açılmaya karar verdim ben
-Nasıl olacak bu
-Bilmem ki bana yardım et. Rezil olmak istiyorum
-Öyle kolay mı bu…

Bu yardım isteğinden sonra Âdem bir plan düşünüyordu ama düşünmüyormuş gibi yapmayı severdi. Melih ise düşünmüyordu ama düşünüyor gibi yapmayı severdi. Sonra ikisi de ayrı konular hakkında konuştular ve bu konu o gün açılmadı, evlerine gittiler.
Ertesi gün Âdem’den bir mesaj geldi Melih’e;

-Sana söz veriyorum o kadını bulacağız.

Melih gülümsedi ve “bulacağım” yazmadığı için mutlu oldu; “Umarım bana getirirsin” diye berbat bir espri yapabilirdi çünkü o zaman. Melih’in hayatı hem gerçek hem mecaz anlamda ‘berbat espriler için kendini tutmaktan’ oluşuyordu. Bu konuşmaya herhangi bir karşılık vermedi  ve durmaya devam etti. Ertesi sabah Âdem işe giderken, herkesin uyuduğu saatlerde, Melih’e bir mesaj geldi. Bu 3 saniyelik, net olmayan ama durumu belli eden bir videoydu. Âdem, Melih’e verdiği sözü tutmuş ve halk otobüsünde o kızı bulmuştu. Aslında bulmuştu denilemezdi ve bu bir tesadüftü fakat işte Âdem bunu kendine yontacaktı haklı olarak.  Melih de dostluklarının teamülü gereği “Nasıl?” diye bir soru soramazdı. Dediğim gibi kibirli adamlardı bunlar ve bu kibiri birbirlerine karşı hiç kullanmadıkları için dost olmuşlardı.
Telefona baktı Melih ve heyecanlanmasına heyecanlandı ama ilk tepkisi “Yakalanırsan rezil olursun” oldu. Âdem de kendine has provakatörlüğüyle “Zaten yeterince olmadık mı?” diye karşılık verdi. Melih bu soru karşısında “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” düsturunca hareket etti ve vitesi arttırdı. Kadını nasıl bulabileceğini, bunun için ne yapabileceğini düşünüp kafa patlatıyordu. Bu iş için kollar sıvandığında önemli bir eksiği vardı ikisinin de; kadının adı. Melih’in aklına hemen Kadının Adı Yok kitabına bakmak geldi ama muhtemelen burada da bulamazdı. Eskiden telefon rehberleri vardı, yok onun için  başka bilgiler de lazımdı. Melih burada tıkanıp, Âdem’e döndü tekrar; “İsmini bulmamız lazım”.  Âdem “Halledeceğim dedim ya” diye kendinden emin bir cevap verdi her zamanki gibi.
Bu sırada Melih, evde oturup aşık olmaktan daha iyi bir seçenek düşünüyordu. İşte zaten tam da bu sıralarda kaçanlardan geldi bu geç kalma hissi ona. O aşık olmak için bazı planlar yaparken, birilerinin sigortası yatıyordu. Herkes memur olmak için heybesinde bir şeyler biriktirirken, onun ise çok çok kitapları vardı. Üstelik başvuruların son günlerini de kaçırıyor, bu hatasını ise aşık olmayı seçmesine bağlayan, bazı şairane girişimlere yoruyordu. Geceleri düşünür, sabahları uyurdu. Ama yine de böyle bir seçeneği varken, aşık olma ihtimalini zorlamayı seçti. “Belki” de dedi, “Gözümün önündeki bu gerçeğe gitmem gerekiyor. Zaten en mantıklısı ve beni en çok mutlu edecek şey bu, gelecek kaygım olmaz, kapının önüne koyulma korkum olmaz, evlenmem de kolaylaşır hem, zaten en önemlisi yaşlanınca rahat ederim”. Artık karar vermişti Melih,aşık olmaktan daha iyi bir seçenek yoktu.
Akşam Âdem aradı; “Yarın sabah kahvaltı yapacağız, ilginç haberlerim var”.
Melih, heyecanlanmamış gibi yapmak için kendini zorladı ve başardı bunu;
“Ulan ne tuhaf adamsın. İyi tamam yarın gel.”
Sabah oldu. Adem kapıdan girer girmez: “Önce hemen bu kadın nedir, nasıl biridir, nerde gördün, emin misin bakıştığından gibi sorularımı cevapla?” diye hücum etti;

-Ya bak şimdi... Ben bu kadını otobüste, sokakta, okulda; her yerde görüyorum. Buralarda oturuyor sanırım devamlı denk geldiğimize göre. Bakıyor abi yani, herhalde anlarım bir kadının özellikle bakıp bakmadığını, bilirsin. Hatta en son otobüste ben son durakta iniyorum ya, o da aynı yerde indi ve en önlerde olmasına rağmen kaç kez dönüp baktı ama gidemedim. Yani ne bilim yanlış anlamışımdır, emin olamadım.

-Ee bakıyor diyorsun işte madem yakaladın neden gitmedin?

-Karşısında beklenmedik bir tepkime olur diye gitmedim

-O ne demek lan…

-Ne bilim oğlum ya titrerim, kekelerim falan, rezil olmayalım

-Bu zamana kadar olmadık da ne oldu ? Kim duydu bizi ? Plaket mi verdiler rezil olmadık diye?

-Ne bileyim, haklısındır belki de... Evet sen ne diyecektin, neymiş bu ilginç haberler?

-Bak şimdi… İyi dinle, çok zamanım yok, benim acil iş yerine geçmem lazım, zaten bugün Kpss’nin son başvuru günüymüş daha bankaya gideceğim, bir ton işim var.

-Söyle lan hadi uzatma…

-Dün benim otobüste çektiğim videoyu bizim okuldan bir arkadaşa yolladım, Fen Fakültesinden. Tanıyor musun diye sordum, tanıdık çıktı valla.

-Hadi lan…

-Evet oğlum ben sana demedim mi… Neyse kız hakkında bilgileri açıklıyorum; ismi Şafak, soyadı Esmer. Ankaralı, Fen Fakültesi Matematik Bölümü Birincisi…

-Yuhhhh. Desene ortak özelliğimiz var!

-Tabi tabi matematikçiler öyle şiir, edebiyat falan sevmez biliyorsun, işin zor.

-Ee peki sosyal medya?

-Bunu duymamış olayım, kız bana bakıyor diyorsun, sizin bir hikayeniz var. Bu hikayeyi sosyal medyayla batardize etmeyeceksin.

 Melih, kafasını çevirip gülümsedi buna ama Âdem anladı güldüğünü. Yine de teamüller gereği, kimse kimseye bir şey demedi ve Âdem giderken Melih;

-E nolcak peki bu bilgilerle napacağız ? Bilgi verip gidiyorsun, birlikte bir strateji geliştirmemiz lazım.
-Biliyoruz. Dediğim gibi şu işlerimi halledeyim, akşam haber vereceğim sana.

Adem çıktı ve işlerini halletmek için dünyanın yolunu tuttu. Melih aynanın karşısında provalara başlamıştı bile, tabi sosyal medyadan bakıldı ama net bir bilgi alınamadı. Belki de sosyal medyası yoktu bile. Bu iyi haberdi, o  halde farklı biri olma ihtimali daha yüksekti.
Melih, herhangi bir hamlede bulunmadı. Âdem’in beni bekle tavsiyesine uyup, birlikte hareket etmek istiyordu. Dolayısıyla akşam olmasını bekledi ve o gün biraz zor akşam olmuştu.
Akşama doğru Âdem aradı; Melih’e hazırlanıp gelmesi gerektiğini ve bugün Şafak’la görüşme ihtimallerinin olduğunu söyledi.
Melih en şık gömleğini ve yeni ayakkabısını giydi, Âdem’in evinin yolunu tuttu. Sokak ve caddelerde Şafak’ı arıyordu gözleri ister istemez. Âdem’in evine gittiğinde Âdem de en şık elbiselerini giymiş, Melih’i bekliyordu.

-Nerede kaldın be, ağaç olduk

-Geldim geldim. Eee napıyoruz şimdi, nasıl görüşeceğiz Şafak’la ? Ne ayarladın yine ?

-Sakin ol, hepsi bende

-Peki napıyoruz, hadi çıkalım o zaman

-Çıkıyoruz çıkıyoruz.

Evden çıktılar, caddeye indiler ve yürümeye başladılar. Melih nereye gittiklerini tekrar sordu, Adem ise hiçbir yere gitmediklerini söyledi. Melih şaşırdı;

-Nasıl yani ?

-Ne nasıl yani ? O kız buralarda bir yerde ben inanıyorum ve biz onunla sokakta karşılaşacağız. Sonra sen de gidip konuşacaksın

-Dalga mı geçiyorsun lan plan dediğin bu muydu ?

-Evet
-Bu yüzden mi giydin beyaz gömleğini yani ?
-Evet
-Yahu bırak, ben de bir şey var sandım taşşak geçiyorsun resmen
-Hee taşşak geçiyorum. 12 saattir ayaktayım lan ben. Çalışıyorum. Onun üstüne seninle çıkıp gezerek taşşak geçmeyi tercih etmezdim herhalde, gidip evime yatardım

Aralarındaki teamül gereği Melih buna cevap vermedi ve o gece yaklaşık 4 saat boyunca caddelerde yürüdüler, belki Şafak karşılarına çıkar da Melih konuşur diye.
En son eski Rum evlerinin olduğu bir sokaktan geçerken Melih, evlerden birine yaslanıp bir sigara yaktı;

-Sağ ol benimle bu belirsizliği paylaştığın için ama umarım ileride gülelim diye bu işlere girişmemişsindir; zira kızdan gerçekten hoşlanıyor olabilirim

-Sen kimseden gerçekten hoşlanmazsın!

-O ne demek ya bunu nerden bilebilirsin ki ?

-Kendimden…

Aralarındaki teamül gereği Melih buna da cevap vermemişti ve sitem dolu bir tebessümle gökyüzüne baktı. “Belki de” dedi, “Tanrı beni duyacak”.
Sonra yola devam ettiler. Ayrılıp, eve doğru yöneldiler.
O gece Melih düşündü; bu kadar bakışın, bu mutantan sancıların ve binlerce adımın bir anlamı olmalıydı. Âdem nereden tanıyordu ki o kadını pat diye karşısına çıkmıştı, tesadüf değildi işte bu bir hikayenin başlangıcını işmar etmişti.  Dolayısıyla daha sistemli ve programlı bir stratejiyle hareket edilmeli ve bu hikayenin hakkı verilmeliydi. Gece boyu düşündü ve gecenin sonuna yolculuğu sırasında aklına sabah uygulayacağı bir fikir geldi;
Nüfus dairesinde çalışan arkadaşı Ümit Abi.  Sabah onu arayıp, kızın ismini soy ismini verip kişisel bilgilerini alacaktı. Peki verir miydi ? Ümit oldukça ahlaklı ve ahlakçı bir tipti. Onu ikna etmek zor olacaktı. Ama sonuçta burası da Almanya veya Japonya değildi; resmi dairelerde  her şeyin bir yolu olmalıydı. Melih o sabah müsaitlik sordu Ümit Abi’ye. Öğle tatilinde aradı;

 -Abi nasılsın ?

-İyiyim Melih sen nasılsın, noldu lan ?
-Nasıl yani noldu lan ?
-Söyle söyle hadi ne istiyorsun…
-Bir şey yok abi nasılsın demek için aramıştım
-He iyi işte ya çalışıyoruz napalım
-İyi abi o zaman. Yine görüşürüz
-Gör… Görüşürüz Melih

Ümit Abi’nin, Melih’e daha ilk cümleden projeksiyon tutup onu kilitlemesi, Melih’i fena sinirlendirdi. Sırf onu haklı çıkarmamak için telefonu kapatmayı tercih etti ama inadına yenik mi düştü, önyargılı bir insana karşı zafer mi kazandı onu düşünüyordu.  Sonra aklına bütün bunları kenara atacağı bir gerçek geldi; O gün Cuma günüydü ! Eğer araya haftasonu girerse, Şafak’ı son görmesinin üzerinden iki gün daha geçerse, olay soğur ve neyin üstüne bütün bunlara giriştiğini kıza anlatması zor olurdu. Sonra Melih’in yeni bir hamle yapması gerekti ve tekrar Ümit Abi’yle iletişim kurmak geldi aklına. Ümit Abi çok duygusal ve saf bir insandı. Ona uzun ve duygusal bir mesaj yazarsa, ikna edebilirdi.

-Abi tekrar selam… Az önce bir derdim olduğunu anladın ve ben utancımdan kapattım telefonu ama gerçekten zor bir durumdayım. Aşık oldum ve çok seviyorum. Yani kara sevda diyebiliriz. Gerçekten kara bir sevda olarak düşünebilirsin.
Neyse abi sadede geliyorum, sana şimdi bir isim soy isim versem ve bana bunun ev adresiydi, telefonuydu, kaç kardeşti falan çıkarsan olur mu ? Yani KVKK falan biliyorum bunlar yasak ama bir kerelik, kardeşin için yapsan bu işi nolur ki ? Kaç kez senden bir şey istedim sanki.
-Ver
-Şafak Esmer. Kütük Ankara olması lazım
-Yazcam akşama kadar bekle.
-Sağ ol abi

Bu kadar kolay olur muydu ? Ya da olursa Melih napacaktı, yolda olmaya alışmıştı ve kafa olarak kendini yola vakfetmeye hazırdı. Peki ya artık karşılaşma ihtimali doğarsa, onu görmek şöyle dursun, arayıp sesini duymak bile hiç bildiği bir şey değildi Melih’in. Ne diyecekti ki ? Âdem’e bilgileri alabilirse dönüş yapacaktı ama bütün bunlar onun başının altından çıkmıştı. Bir yandan ona kızarken akşam oldu ve Ümit Abi’den adres geldi.

-Bunu sakın hiç kimseye söyleme, yaptığım çok yanlış. Madem çok seviyorsun, inşallah bir katkım olur bulmana

-Teşekkürler Abi. Allah ne muradın varsa versin , nikah şahidim olacaksın inşallah.

 -Abartma

Melih adresi almış ve Âdem’e karşı bir hamle yapacak olmanın verdiği gururla, kendi “Üzümünü Ye Bağını Sorma” fiyakasını sattı. Adem çok şaşırdı;
 

-Nasıl lan ? Hahahaha nasıl ?
-Akşam buraya gidiyoruz.
-Tamam ben hazırım
-Benden haber bekle

Akşam oldu ve diğer arkadaşlarının şaşkın ve onlara aptallık izafe eden bakışlarına aldırmaksızın, Âdem ve Melih yola koyuldu. İşte bu defa dünyanın merkezine yolculuk eder gibi basıyorlardı yere. Öncekilerden farklı bir sağlamlıktı bu. En azından ellerinde bir adres vardı. Adresten sonrasını ikisi de bilmiyordu ama oraya doğru giderken anlamsız bir şekilde gülüyorlardı. Taş evlerin arasından, taksi duraklarının yanından, kafelerin üstlerine baka baka, kaldırımlara bine bine, merdivenlerden ine ine ellerindeki bu adrese ulaştılar. Bir caddenin üzerinde gayet şık ve lüks sayılabilecek bir apartmanın üst katlarından birisiydi bu. Zile basmak ve basmamak arasında konuştular, Melih bunun çok büyük bir yanlış olduğunu söyledi, Âdem de buna katıldı ama en azından zile bakacaklardı. Âdem her zamanki gibi atıldı, gitti zile baktı ve geldi;
-Şu babasının ismine bir bakalım sosyal medyadan da teyit edelim burası onun evi mi en azından
-Doğru hemen bakıyorum
Sosyal medyadan baktıkları babanın kızları vardı, buraya kadar gelmişlerdi ama gerçeği öğrenmeleri çok zaman almadı; Bu Şafak Esmer, o Şafak Esmer değildi.
Aralarındaki teamül gereği yine hiçbir şey demeyip, kalkıp yola devam ettiler. Yolda Âdem hayalkırıklığını gizlemedi;

-Eee nolcak yani şimdi bu muydu o kadar çaba ?
-Ne olacaktı ki sanki burada olsa, aşağıya inip bana sarılacaktı ve sen de bizi mi izleyecektin?
-Güzel filmdi ama
-Ney
-Alev… Ferit… Neydi o ya Ah Nerede mi ?
-Siktir Git Âdem. Harbiden siktir git. Kaç gündür maymun olduk burada ve sen gelmiş Ah Nerede diyorsun.
-Maymun oldum desen haklıydın ama olduk dedin. Sen olduysan ben de oldum. Ama en azından maymun olarak kalmak istemiyorum. Bu işi buraya kadar getirdik ve sonlandırmalıyız. Şurada iki bira içip son hamlemizi konuşalım mı ?

Melih sadece kafa salladı. Âdem’e hak veriyordu aslında, sonuçta ne yapılıyorsa birlikte yapıyorlardı. Oturunca Melih’in aklına tüm yorgunluğu ve ümitsizliğiyle son bir hamle geldi;

-11880 diye bir şey yok muydu ? Hani herkesin numarası orada oluyordu. Orayı arayıp isim soy isim verelim ve kaç tane Şafak Esmer varsa versin numarasını, sonra arayalım tek tek hepsini, artık hangisi çıkarsa.
-Hahahaha deli olan bendim değil mi ?
-Beni de delirttin artık. İyi ya da kötü, bu atağı sonlandıracağız.
-Ben varım.


Melih 11880’i çevirip aradı. Şafak Esmer için üç farklı numara çıktı ve hepsini kaydettirdi Âdem’e. Birbirlerine bakıyorlardı fakat teamül gereği sadece gülüyorlardı. Telefonu kapatıp, bu kadar çabanın semeresini almak kalmıştı artık geriye.  Teşekkür etti Melih ve kapattı.
Bir numarada kimse yoktu, diğeri biraz yaşlı bir kadın olduğundan o olma ihtimali zaten yoktu ve sonuçta tek bir kişi kalmıştı. Aramadan ikna olabilecek bir durumları yoktu çünkü ellerinde herhangi bir görüntü mevcut değildi. Aramak için adeta annesini emmek için son kalan memeye yetişmeye çalışan iki yavru kedi gibi yarış ettiler ve Melih kazandı. Çevirdi numarayı ama sesi içeri kaçmakla birlikte dışarıya da kaçmıştı. Sesi genel olarak kaçmıştı;

 -Alo
 -Şafak
 -Kimsiniz
   
 -Sen Ankara doğumlu, Matematik birincisi, Şafak Esmer’sin değil mi ?
 -O mu olmam gerekiyordu ki ?
 -Evet o olman gerekiyor
 -Neden
 -Çünkü ben seni çok aradım
 -Nasıl aradın ?
 -Devleti araya soktum
 -(Gülümseyerek) Neyse daha fazla konuşmayalım iyi akşamlar
 -İyi akşamlar


Konuşmuşlardı işte. Cebrail ile konuşan Muhammet Peygamber gibi bir efekt beklemişti Melih fakat kendi kendisiyle konuşan bir adam gibi hissediyordu daha çok. Teamüller gereği Âdem hiçbir şey demedi, üzülmüştü ama önüne baktı, uzağa bakacak bir yerde oturmuyorlardı, zaten uzağı da çok iyi göremiyordu. Melih dedi ki "asıl olayı anlatamadım ki benim kim olduğumu hâlâ bilmiyor sonuçta", yani o sürekli bakıştığı, dönüp dönüp baktığı kişinin kim olduğunu görmesi gerekiyordu. Sadece bir ses olarak kalmamalıydı. Evet döndü Watsapp’a ve kendi fotoğrafını yolladı, “işte bak ben buyum, buldum seni gördün mü” minvalinde şeyler dedi;

-Aylardır bakışıyoruz ve en sonunda seni hiçbir ekranda önüme sunulmasan da kendi kendime buldum. Hem de şöyle buldum biliyor musun, önce nüfus dairesinden adresini buldum ve sen o çıkmayınca 11880’i devreye soktum, düşünsene bir hikaye olacak artık aramızda. Özür dilerim rahatsız ettiysem ama ben buyum işte.

Şafak gördü ve tek bir şey yazdı;
  

-Bu serüven beni çok şaşırttı, çok tuhaf gerçekten ama ben seni tanımıyorum. Yani bakmışımdır, doğrudur ama boş baktım demek ki. Seni incitmek istemem, özür dilerim.

Âdem “Ne dedi?” diye sordu heyecanla, Melih ise az önce sakinleşmiş bir coşkuyla sadece baktı. Âdem, teamüller gereği bir şey sormadı artık. Bir iç çekti ve “En azından denedik” dedi sadece.  
Melih, biraz üstündeki televizyon ekranına doğru çevirdi kafasını; “Kpss Başvuruları Bugün Sona Erdi” haberini gördü, önüne baktı, sakalıyla oynadı ve bir daha uzun süre hiç konuşmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder