27 Kasım 2020 Cuma

End Of An Era


“Teknoloji benden aldıklarını geri verirse, ben de ondan aldıklarımı iade etmeye hazırım” diye sahipsiz bir söz hatırlıyorum. Bu sözün sözler içinde bir yeri vardır sanırım ama ben en çok yıllarca biriktirdiğim film arşiviminin bulunduğu Hard disk, durup dururken bozulup tüm anılarım gittiğinde hissetmiştim bunu. Tüm hatıratım o arşive kayıtlıydı çünkü ve yapmıştım bunu kendime bir kere. Teknolojinin insafına kalmıştım ve onunla rus ruleti oynanmazdı işte böyle. “Bozuldum” derdi ve giderdi. Tam 20 senedir, çekmecenin birinde duran hiçbir küçüklük fotoğrafımın bozulduğunu görmedim ama bu çağda her şey bozulabilirdi. Biz bu çağın hiç bozulmayan aletleri için çırpınıyor ve onların bozulmasını bekliyorduk aslında, kafamızda silah, tetik onun parmağında. Güvenilmezdi işte.

Eski dünyadan yeni dünyaya geçerken bize kimsenin bir şey sormadığı bu günlerde, eski dünyanın en büyük aktörünü kaybettik dün; Diego Armando Maradona. Figür de diyebilirdim onun için fakat o dört tane abladan sonra doğarak, kendi evinde bile bir aktör olmayı göze almıştı. Bir futbol aktörü olacağını bilmiyordu sadece doğduğu gün. Onun yaşadığı eski dünyada, hayal kurmak maliyetsizdi.
Bilmeyenler için, futbol eskiden “endüstriyel” kelimesini telaffuz dahi edemeyen insanlar tarafından oynanır ve o insanlar tarafından izlenirdi. Sonra birileri çok para kazanınca, bu paraları futbolun tertemiz dünyasında çitilemek istedi.  Sonuç ise bugünkü ruhsuz, çıt kırıldım, paradan başka en ufak bir anlamı olmayan, açık arttırmayla terli formaların satıldığı, leş gibi kokuşmuş, kramponla oynanan bir bahis oyunu; Endüstriyel Futbol.
Maradona bu eski dünyanın, eski futbolun ve eskilerin insanıydı. Onun hayatı bir “göze alma” serüveniydi en başından beri. Arjantin’in gecekondu semtlerinde çamurun içinde “Diego” diye topa vurmasından bahsetmiyorum, inanılmaz şöhretini ve parasını bile ateşe atmayı  göze almasıydı asıl konu. Hakkını istemenin bile risk olduğu bugünler için anlamsız görünse de; o elinin tersiyle her şeyi itebilecek birisiydi. Zaten elini genelde kendi zararına kullanırdı. Bunu epik bir tavırla değil, düpedüz zaaflarından dolayı, basbayağı bir insan olduğu için yapıyordu üstelik. İnsanlar da onu bu yüzden sevdi. İnsanların onu sevmesi çok zor değildi ama dünyanın her yerinden, her çeşit dine,dile, geleneğe mensup insanın aynı şekilde gülümsemesinden bahsediyorum. Bu çok acayipti. Napoli şehrindeki mezarlıkta, şampiyonluk günü, Maradona’ya ithafen asılan “Neler kaçırdığınızı bilmiyorsunuz” pankartı mesela… Ölülerin bile anlayabileceği bir dil konuşuyordu Maradona; bu yüzden o futbol oynarken biz dünyada olmasak bile, bugün o dili anlıyoruz. Ölüler anlıyorsa, doğmamış çocuklar da anlar değil mi?
Eski dünyanın; karakterini ortaya koymaktan çekinmeyen, daha doğduğu gün kaybedecekleriyle korkutulmamış, gerekirse tekrar doğduğu çıkmaz sokağa dönmeyi göze alabilen bir insanıydı Maradona. Yeni dünyanın; milyar dolarlık sponsorluklardan bir sözleşme daha koparmak için akşam 21.00’de uyumak zorunda olan, Adidas’ın bir ürünü olduğu için hakeme itiraz edemeyen, taraftarla kavga etmesi yasak olan, soyunma odasında berberle gezen, her anlamda “traşlı” yıldızlarından değildi. Papa’ya ve İngiltere’ye hakaret ediyor,  Arjantin milli marşını yuhalayan İtalyanlara, kamera tam  onu çekerken, “O.çocukları” diyordu. İtalyan mafyalarıyla iş tutuyor, fuhuş partilerine katılıyor, kokain geceleri düzenliyor, gayrimeşru çocuklar dünyaya getirip ortadan kayboluyor, karısını aldattığı için övünüyordu. Nereden bakarsanız bakın rezalet bir sporcuydu ama bir karakterdi. Kötü de olsa bir karakter. Gelmiş geçmiş en iyi futbolcu ve en kötü sporcu olmayı içinde barındırabilecek büyüklükte 
bir karakter. Rezil olmayı göze alabilen bir karakter. Herkesin aynı torna tezgahından çıkmış gibi birbirine benzediği bu çağda, kötü de olsa bir kişilikti o. Efsane olmayı iliklerine kadar hakeden, kusurlarıyla insana güven veren, yapmacık olmadığı kesin olan bir Deus Ex Machina. Paranın ve şöhretin onu hem değiştirdiği hem de ele geçiremediği, nereye gittiğini kendisinin de bilmediği Villa Fioritolu bir Tanrı.

Onu çevresi, Diego ve Maradona diye ikiye ayırıyordu. İşte bu rezalet adam Maradona’ydı. Diego ise şarkılar söyleyen, annesini arayıp onu çok sevdiğini söyleyen, kızından bahsederken ağlayan, Fidel Castro'yla görüşmek için gün sayan, kolunda Che dövmesi olan duygusal bir çocuktu. Futbolculuğu tartışmasız, karakteri çok tartışmalıydı.
Eski dünya korkmazdı böyle karakterlerden. Ödü kopmazdı hatta. Birileri ortaya çıksın diye yer açar, buna izin verirdi rahmetli eski dünya! Şimdinin, öne doğru itilmiş figürleri yoktu ve herkes küçük birer ünlü değildi. 50 kamera, 50  küçük ünlü olmadığı için de tüm kameralar Maradona gibi hakiki markalara dikkat kesilirdi. Instagram’da, henüz dünyanın en güzel kadını olduğunu keşfetmemiş karşı komşumuz ve aslında Nicolas Anelka’dan daha cool olduğuna ikna edilmemiş iş arkadaşımız da kendini Maradona ayarında zannetmezdi. İşte alelâde insanlar haddini bilir, sahne tepeden tırnağa efsunlu kahramanlara kalırdı. 
İşte dün, Diego Armando Maradona görünümlü eski dünya öldü. Bir bedenin, bazen bir jenerasyona bedel olduğu dün gece görüldü. Kiminin çocukluğu artık resmen sona erdi, kiminin yaşlılığı tescillendi. Evet şu bonus kafalı, mavi formalı, esmer adam öldü dün.
Dört senede bir kez izlendiği için tüketilmemiş, tüketilmediği için hep  en tepede kalmış, kendi kendisini bitirse bile, sevenleri tarafından hep el üstünde, Vezüv yanardağı gibi hafızalarda hep alevli kalmış birisiydi o...
Şimdi sana soruyorum teknoloji; senin sayende izlediğim Maradona’yı unutsam ve senden aldığım tüm bilgileri geri versem; bana Maradona’lı dünyayı geri verir misin ?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder