“Teknoloji
benden aldıklarını geri verirse, ben de ondan aldıklarımı iade etmeye hazırım”
diye sahipsiz bir söz hatırlıyorum. Bu sözün sözler içinde bir yeri vardır
sanırım ama ben en çok yıllarca biriktirdiğim film arşiviminin bulunduğu Hard disk,
durup dururken bozulup tüm anılarım gittiğinde hissetmiştim bunu. Tüm
hatıratım o arşive kayıtlıydı çünkü ve yapmıştım bunu kendime bir kere.
Teknolojinin insafına kalmıştım ve onunla rus ruleti oynanmazdı işte böyle.
“Bozuldum” derdi ve giderdi. Tam 20 senedir, çekmecenin birinde duran hiçbir
küçüklük fotoğrafımın bozulduğunu görmedim ama bu çağda her şey bozulabilirdi.
Biz bu çağın hiç bozulmayan aletleri için çırpınıyor ve onların bozulmasını
bekliyorduk aslında, kafamızda silah, tetik onun parmağında. Güvenilmezdi işte.
Eski dünyadan yeni dünyaya geçerken bize kimsenin bir şey sormadığı bu günlerde,
eski dünyanın en büyük aktörünü kaybettik dün; Diego Armando Maradona. Figür de
diyebilirdim onun için fakat o dört tane abladan sonra doğarak, kendi evinde
bile bir aktör olmayı göze almıştı. Bir futbol aktörü olacağını bilmiyordu
sadece doğduğu gün. Onun yaşadığı eski dünyada, hayal kurmak maliyetsizdi.
Bilmeyenler için, futbol eskiden “endüstriyel” kelimesini telaffuz dahi
edemeyen insanlar tarafından oynanır ve o insanlar tarafından izlenirdi. Sonra
birileri çok para kazanınca, bu paraları futbolun tertemiz dünyasında çitilemek
istedi. Sonuç ise bugünkü ruhsuz, çıt
kırıldım, paradan başka en ufak bir anlamı olmayan, açık arttırmayla terli
formaların satıldığı, leş gibi kokuşmuş, kramponla oynanan bir bahis oyunu;
Endüstriyel Futbol.
Maradona bu eski dünyanın, eski futbolun ve eskilerin insanıydı. Onun hayatı
bir “göze alma” serüveniydi en başından beri. Arjantin’in gecekondu semtlerinde
çamurun içinde “Diego” diye topa vurmasından bahsetmiyorum, inanılmaz şöhretini
ve parasını bile ateşe atmayı göze
almasıydı asıl konu. Hakkını istemenin bile risk olduğu bugünler için anlamsız
görünse de; o elinin tersiyle her şeyi itebilecek birisiydi. Zaten elini genelde kendi zararına kullanırdı. Bunu epik bir
tavırla değil, düpedüz zaaflarından dolayı, basbayağı bir insan olduğu için
yapıyordu üstelik. İnsanlar da onu bu yüzden sevdi. İnsanların onu sevmesi çok
zor değildi ama dünyanın her yerinden, her çeşit dine,dile, geleneğe mensup
insanın aynı şekilde gülümsemesinden bahsediyorum. Bu çok acayipti. Napoli
şehrindeki mezarlıkta, şampiyonluk günü, Maradona’ya ithafen asılan “Neler
kaçırdığınızı bilmiyorsunuz” pankartı mesela… Ölülerin bile anlayabileceği bir
dil konuşuyordu Maradona; bu yüzden o futbol oynarken biz dünyada olmasak bile,
bugün o dili anlıyoruz. Ölüler anlıyorsa, doğmamış çocuklar da anlar değil mi?
Eski dünyanın; karakterini ortaya koymaktan çekinmeyen, daha doğduğu gün
kaybedecekleriyle korkutulmamış, gerekirse tekrar doğduğu çıkmaz sokağa dönmeyi
göze alabilen bir insanıydı Maradona. Yeni dünyanın; milyar dolarlık
sponsorluklardan bir sözleşme daha koparmak için akşam 21.00’de uyumak zorunda
olan, Adidas’ın bir ürünü olduğu için hakeme itiraz edemeyen, taraftarla kavga
etmesi yasak olan, soyunma odasında berberle gezen, her anlamda “traşlı”
yıldızlarından değildi. Papa’ya ve İngiltere’ye hakaret ediyor, Arjantin milli marşını yuhalayan İtalyanlara,
kamera tam onu çekerken, “O.çocukları”
diyordu. İtalyan mafyalarıyla iş tutuyor, fuhuş partilerine katılıyor, kokain
geceleri düzenliyor, gayrimeşru çocuklar dünyaya getirip ortadan kayboluyor,
karısını aldattığı için övünüyordu. Nereden bakarsanız bakın rezalet bir
sporcuydu ama bir karakterdi. Kötü de olsa bir karakter. Gelmiş geçmiş en iyi
futbolcu ve en kötü sporcu olmayı içinde barındırabilecek büyüklükte bir
karakter. Rezil olmayı göze alabilen bir karakter. Herkesin aynı torna
tezgahından çıkmış gibi birbirine benzediği bu çağda, kötü de olsa bir
kişilikti o. Efsane olmayı iliklerine kadar hakeden, kusurlarıyla insana güven
veren, yapmacık olmadığı kesin olan bir Deus Ex Machina. Paranın ve şöhretin
onu hem değiştirdiği hem de ele geçiremediği, nereye gittiğini kendisinin de
bilmediği Villa Fioritolu bir Tanrı.
Onu çevresi, Diego ve Maradona diye ikiye ayırıyordu. İşte bu rezalet adam
Maradona’ydı. Diego ise şarkılar söyleyen, annesini arayıp onu çok sevdiğini
söyleyen, kızından bahsederken ağlayan, Fidel Castro'yla görüşmek için gün sayan, kolunda Che dövmesi olan duygusal bir çocuktu. Futbolculuğu
tartışmasız, karakteri çok tartışmalıydı.
Eski dünya korkmazdı böyle karakterlerden. Ödü kopmazdı hatta. Birileri ortaya
çıksın diye yer açar, buna izin verirdi rahmetli eski dünya! Şimdinin, öne
doğru itilmiş figürleri yoktu ve herkes küçük birer ünlü değildi. 50 kamera, 50 küçük ünlü olmadığı için de tüm kameralar
Maradona gibi hakiki markalara dikkat kesilirdi. Instagram’da, henüz dünyanın
en güzel kadını olduğunu keşfetmemiş karşı komşumuz ve aslında Nicolas Anelka’dan
daha cool olduğuna ikna edilmemiş iş arkadaşımız da kendini Maradona ayarında
zannetmezdi. İşte alelâde insanlar haddini bilir, sahne tepeden tırnağa efsunlu
kahramanlara kalırdı.
İşte dün, Diego Armando Maradona görünümlü eski dünya öldü. Bir bedenin, bazen
bir jenerasyona bedel olduğu dün gece görüldü. Kiminin çocukluğu artık resmen
sona erdi, kiminin yaşlılığı tescillendi. Evet şu bonus kafalı, mavi formalı,
esmer adam öldü dün.
Dört senede bir kez izlendiği için tüketilmemiş, tüketilmediği için hep en tepede kalmış, kendi kendisini bitirse bile,
sevenleri tarafından hep el üstünde, Vezüv yanardağı gibi hafızalarda hep
alevli kalmış birisiydi o...
Şimdi sana soruyorum teknoloji; senin sayende izlediğim Maradona’yı unutsam ve
senden aldığım tüm bilgileri geri versem; bana Maradona’lı dünyayı geri verir
misin ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder