Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum
-Uyuşamadık. Hepsi bu.
Oruç Aruoba
Gözünün içine bakamadılar Arthur. Hep arkandan dolandılar. Onlarla göz göze gelmen, yekten onları rahatsız etti. Ne yaptıklarını biliyorlardı ve bunu yine de yapmak istediler. Hem sana hem kendilerine ihanet ettiler ve bunu biliyordu kanı en emin akan bile. Ama seni ihanet edilmeye müsait gördüler.
En pis işlerde seni kullandılar Arthur. Sen de belki ihanet etmezler diye onayladın bu durumu. Belki bir bildikleri vardır diye. Belki o kadar da sevmiyor değillerdir beni, belki yalnızlığıma saygı duyuyorlardır diye. Ellerin bilgiliydi halbuki; yüzündeki yaralar, ellerinin kelepçesi.
Hastayken bile onlara sadık kaldın, dinlenmek yerine. Öksüre öksüre, dizlerinin, başının, boynunun ağrısına aldırmadan koşturdun bazen at üstünde, bazen kelle koltukta baş üstüne.
Zaten ailem yanımda değil, gitsem nereye gideceğim ki dedin. Gittin, uzun boylu yollara ve ay ışığı pusula oldu sana. Ama gidecek yer neresiydi ? Sadece gitmeyi ve yolları bilirdin. En kestirmelerini, en kurtsuzlarını, en ayısızlarını, en pususuzlarını en iyi sen bildin. Peki bunların hepsini ardında bırakınca ne oldu ? Menzili olmayan bir adam naparsa onu yaptın, döndün başladığın yere. Bir şey söylediler sana ve yaptın. Sonra tekrar yollara...
Hayat senin için hep ayağının altının kaşınması gibi bir şey oldu, bir türlü duyumsayamadın o rahatlığı.
Güvenilir olmanı, senin aleyhinde kullanmayacaklarına inandın ama kullandılar. Değil mi ki sen onlara ihanet etmedin, değil mi ki karlı dağlarda onlar için koşturdun, değil mi ki kurtların mağaraları içinden geçtiğin gecelerin sonunda bile gülümseyerek selam verdin onlara. Bir kıymeti yoktu, çünkü seni iyi gördüler. Seni iyi bildikleri için ilk ihanet denemesini bile senin üzerinde tâlim ettirdiler en acemi körpelerine.
Ailen yoktu Arthur. Bilirsin, ailesi olmayanlar en kolay vaz geçilenlerdir. Hatta iki kere vaz geçerler ailesi olmayanlardan. Öyle ya, önce kendileri kolay vaz geçer kendilerinden; sonra başkaları. Ailesi olmayanların dostları olur.
Kolay feda eder kendini böylesi adamlar işte; hele ki ailesi olan bir dostu varsa, ailesi olmayan atılır öne. O yerleştirir dinamiti, o iner madene, o gider nükleer yüklü bir binanın temeline, o gider gece işe, o gider alınacak yalnız birini terminale.
Pek gülmezdin, tok sesin ancak tenine kurşun değdiğinde çıkardı; bir de atınla konuşurken elbette.
Bile isteye en zor havalarda çıktın yollara ki yolda sadece kendin gibilerle karşılaş diye. Günlük güneşlik havalar seni hem bunaltırdı, hem de o havalarda herkes dışarıdaydı. Seçmeye vaktin yoktu Arthur, ayıklamaya.
Sen yürürken onlar atla geldi üstüne, sen atla giderken onlar korunaklı kalelerinde. Terkedilmiş bir kiliseden bile ateş edildiği oldu sana ama sen kimseye pusu kurmadın. Senin olmadığın her yeri daha rahat yönettiler, sen yokken düşünmediler hiçbir kelimeyi ikinci kere.
Bazen deri montla çıktın sokağa, o bile ailenin olmadığını hatırlattı ahaliye.
Bazı zamanlar gaddardın. Gaddarlığını hayvanlara, kadınlara ve çocuklara asla yansıtmadın. Bu da bir meşruiyet çağrıştırdı sende. Belki de bir gaddarlık payı ya da hakkıydı bu senin gözünde. Merhameti ve gaddarlığı içinde aynı anda yetiştirdiğin için çözemediler seni. Çözemedikçe plan yaptılar. Böyledir, insan çözemediği yerde dürüst olmayan planlar kurgular.
İyiler de kötüler de hastalığını biliyordu ve onlara hiç hayal satmadın. "Geçende bir doktorla görüştüm, pek de iyi olmadığımı söyledi" diye haberdar ettin onları son zamanlarında. Galiba bu yüzden ihanet etme gereği duydular sana. Pergelin yerdeki ayağını senin kalbine saplayıp çizdiler dairelerini. Nasılsa gidecek dediler, nasılsa artık dönmemecesine gidecek. Nasılsa artık başka bir memlekete değil de başka bir aleme gidecek dediler bu sefer.
Yine de son ana kadar onların sana ihanet etmeyeceğini düşündün. Yapmazlar dedin, sebepleri yok ki dedin. Ama onların, senin üzerinden kendilerini aklamaya girişeceklerini kestiremedin. Onların bu kadar ucuz olabileceklerini kestiremedin. Onların bir tenezzül makinesi olduğunu bilemedin. Senin iyiliğinin onlara ne kadar kötü olduklarını hatırlattığını hesap edemedin. Senin onlara ihanet etmeye ihtiyacın yoktu. Bir an bile kimseye ihanet etmedin.
Nerden biliyorum senin iyi olduğunu değil mi ? Her şeye rağmen kalın kafalı bir adamsın sen Arthur. Bunu e'siz bir şekilde "Nerden" olarak söylediğin için demiyorum. "Nerden biliyorum". Sen; atı kanlar içinde ölürken, kurşun yağmurunun altında atının yanına gidip ona teşekkür eden bir adamsın da "ordan" biliyorum. Sen, kutsal kitaplarda övüldüğünden habersiz bir şekilde saygı duydun atlara.
Adın bir intikam olarak anılacak mı onu bilmiyorum işte. Kargaların tiftik ettikleri bedeninin kim için motivasyon kaynağı olacağını bilmiyorum. Sakladığın aile fotoğrafının hangi denize karışıp mürekkebinin akacağını ve bunlardan mürekkep, oluşacak mürekkep balıklarını tanımıyorum. Uzaktan izlemek için canını tehlikeye attığın, bence kendine de biraz benzettiğin kurtların şimdi napacağını kestiremiyorum. Sen yoksun o haritada artık Arthur.
Sana mektup yazan o kadının mektubunu mimiksiz bir ifadeyle okuduktan sonra katlayıp cebine koyduğun o andaki gibi artık her şey. Senin kafanda olup bitti. Karşılıksız, habersiz, her zaman yeni ve hiç başlamadığı için istemeye istemeye sonsuzlukla anılan bir yerdesin
Öyle ilginç bir mukavemet nöbetleşmesiydi ki hayat senin için. Mesela sen Gın içerdin, üşümemek için. Bira içerdin, kolay işemek için. Ata binerdin, yılan sokmasın diye. Traş olurdun, kaşınmamak için. Selam verirdin, ateş etmemek için.
Varmış demek ki böyleleri de Arthur. Güzel şeyler yapmayı denedin, arkadaşlarından sonra ömrün de vefa etmedi.
Birini sevmeye hevesin mi yoktu zamanın mı bilmiyorum. Ama birini sevdiğini göstermek, senin için hep uzak bir ihtimaldi. Hep çiçeklerin arasından yürümek istedin sadece. Şöyle bir eğilip almak bazılarını en fazla, atmak çantaya, sonra yollarda yol olmak yine.
Sen fotoğrafta kendini zoomlayanlardan değildin, hep tüfeğinin dürbününden baktın dünyaya. Bu yüzden senin için "kare", mutluluğu değil de ölümü anımsatan bir şey oldu hep. Bir olay yeri inceleme polisinin çektiği fotoğrafların sanatsal değeri kadardı seninkiler de.
Arkadaşım dediklerin, sadakat kelimesini öğrendiklerin, sana ihanet ettiler ama etmeselerdi de pek fazla zamanın yoktu sanki be Arthur. Bunu bildiğin için çok da önemsemedin bence bu ihaneti ve kırgın uzanmayı tercih ettin son yatağına.
Gittin. Yine büyük nehirlere dayayacaksın ağzını susayınca. Yine kalın iğnelerle yaptıracaksın dövmelerini, öksürsen de sigaranı içeceksin yer gibi.
Son anlarında sadece, sakince, sizden bunun hesabını birisi sorar elbet demekle yetindin. Sormasa da olurdu, çünkü sen en hummalı hasat zamanlarında hastalanan bir uyluk kemiğiydin.