Henüz
kandırılmamışlardı çünkü henüz öğrenmemişlerdi. Ice Tea ve soğuk çay arasında
bir yerlerde geziniyorlardı. Aslında biliyorlardı ki bu dostluk bir gün
ayrılacak ve herkes ayrı bir şehirde,
ayrı bir faturanın üzerinde açık adres arayacaktı yemek siparişi için.
Tanrının duymadığı ama bunun çok da dert
edilmediği sokaklarda oluyordu bütün bunlar.
Aşık olmanın maliyetsiz olduğu; dostluğun şeffaf, dandik ama en önemlisi
ücretsiz bir poşete sığdığı o günlerdeydi.
Devletin, bilendiği gençleri kendi safına çekmekten başka bir çaresinin
olmadığı, gençlerin ise devletin safına geçmekten başka bir yolunun kalmadığı
bir ülkede oluyordu tüm bunlar. Herkes birbirine memuriyet tavsiyesi veriyor,
geri kalan herkese burun kıvırılıyor; tüm gençler, ayın 15’inde telefonuna
gelecek o meşhur maaş bildirimi için birbirini eziyordu. Tüm gençler sözü
abartı değildi; içlerinde avukat,mühendis,öğretmen, biyolog,sporcu ve hatta
doktor bile vardı. Böyle bir ülkede aşık
olmanın olanakları üzerinde tartışmalar dönerken, dostluk da en az onun kadar
çetrefilli bir yoldaydı.
Aşkın ne olduğu hakkında kimse ahkâm kesemez fakat sanırım bir açıklaması da
hep daha fazlasını istemektir. Yetinmemek, mutlu olmamak, her şeye cür'et etmek
ve en sonunda tükenip başka bir şeye dönüşmek diye de açıklanabilir biraz. Yani
tam da memur olmak için zamanını, sağlığını, gençliğini feda eden bir nesil
için biçilmiş bir kaftandır aşk (!)
İşte Âdem bu memuriyet hülyasına kendini kaptırmış ama aşkın ve dostluğun ne
olduğunu da bilen, disiplinli bir romantikti. Öyle ki memur olacağından emin
olduğu için sakallarını hiç kesmedi, nasılsa memur olunca her gün tıraş olacağım
diye şimdiden yüzünü dinlendiriyordu. Bunu anlayan, en yakın dostu Melih’ti ve
anladığını belli etmemişti. Melih’in bunu anladığını ise Âdem anlamıştı fakat o
da bunu belli etmiyordu. Kibirli adamlardı bunlar, hatta bunların rezil olması
bile kibirliydi.
Melih’in ise memuriyetle ilgili herhangi
bir planı yoktu. Zaten genel olarak plan yapamaz, yapınca başına gelecek
aksiliklerden çekinirdi. Hatta memuriyete karşı geliştirdikleri bu iki farklı tavır yüzünden; birinin en sevdiği şair İsmet Özel'ken, diğerininki Kemâlettin Kamu'ydu. Bunlar iki yakın dosttu fakat hiçbir zaman
birbirlerinden biz diye bahsedip, iki kişilik bir devlet kurma hevesine
atılmazlardı. Âdem kendinden Adem diye bahseder, Melih de buna katılırdı. İkisi
ayrı birer 1 rakamıydı fakat toplayınca
2 değil, daha büyük bir 1 ediyorlardı. Kendilerini tenzih edip yaşamayı severlerdi.
Tüm dünya bir yere dikkat kesilmişken, onlar ormanın birinde bisiklet sürüp hiç
yorulmamış gibi yapmayı tercih ederlerdi.
İşte yine bu günlerden birinde, sanki sonunu bilmiyormuş gibi bir işe kalkıştı
Melih ve aralarında şöyle bir diyalog gelişti;
-Âdem, benim bakıştığım şu meşhur kadın var ya
-Yine neler karıştıracaksın söyle hadi
-Dur hemen batardize etme
-O ne demek lan
-Yahu dinlesene
-Tamam hadi sustum
-O kıza açılmaya karar verdim ben
-Nasıl olacak bu
-Bilmem ki bana yardım et. Rezil olmak istiyorum
-Öyle kolay mı bu…
Bu yardım isteğinden sonra Âdem bir plan düşünüyordu ama düşünmüyormuş gibi
yapmayı severdi. Melih ise düşünmüyordu ama düşünüyor gibi yapmayı severdi. Sonra
ikisi de ayrı konular hakkında konuştular ve bu konu o gün açılmadı, evlerine
gittiler.
Ertesi gün Âdem’den bir mesaj geldi Melih’e;
-Sana söz veriyorum o kadını bulacağız.
Melih gülümsedi ve “bulacağım” yazmadığı için mutlu oldu; “Umarım bana
getirirsin” diye berbat bir espri yapabilirdi çünkü o zaman. Melih’in hayatı
hem gerçek hem mecaz anlamda ‘berbat espriler için kendini tutmaktan’
oluşuyordu. Bu konuşmaya herhangi bir karşılık vermedi ve durmaya devam etti. Ertesi sabah Âdem işe
giderken, herkesin uyuduğu saatlerde, Melih’e bir mesaj geldi. Bu 3 saniyelik,
net olmayan ama durumu belli eden bir videoydu. Âdem, Melih’e verdiği sözü
tutmuş ve halk otobüsünde o kızı bulmuştu. Aslında bulmuştu denilemezdi ve bu
bir tesadüftü fakat işte Âdem bunu kendine yontacaktı haklı olarak. Melih de dostluklarının teamülü gereği
“Nasıl?” diye bir soru soramazdı. Dediğim gibi kibirli adamlardı bunlar ve bu
kibiri birbirlerine karşı hiç kullanmadıkları için dost olmuşlardı.
Telefona baktı Melih ve heyecanlanmasına heyecanlandı ama ilk tepkisi
“Yakalanırsan rezil olursun” oldu. Âdem de kendine has provakatörlüğüyle “Zaten
yeterince olmadık mı?” diye karşılık verdi. Melih bu soru karşısında “Ne kadar
rezil olursak o kadar iyi” düsturunca hareket etti ve vitesi arttırdı. Kadını
nasıl bulabileceğini, bunun için ne yapabileceğini düşünüp kafa patlatıyordu. Bu
iş için kollar sıvandığında önemli bir eksiği vardı ikisinin de; kadının adı.
Melih’in aklına hemen Kadının Adı Yok kitabına bakmak geldi ama muhtemelen
burada da bulamazdı. Eskiden telefon rehberleri vardı, yok onun için başka bilgiler de lazımdı. Melih burada
tıkanıp, Âdem’e döndü tekrar; “İsmini bulmamız lazım”. Âdem “Halledeceğim dedim ya” diye kendinden
emin bir cevap verdi her zamanki gibi.
Bu sırada Melih, evde oturup aşık olmaktan daha iyi bir seçenek düşünüyordu.
İşte zaten tam da bu sıralarda kaçanlardan geldi bu geç kalma hissi ona. O aşık
olmak için bazı planlar yaparken, birilerinin sigortası yatıyordu. Herkes memur
olmak için heybesinde bir şeyler biriktirirken, onun ise çok çok kitapları
vardı. Üstelik başvuruların son günlerini de kaçırıyor, bu hatasını ise aşık
olmayı seçmesine bağlayan, bazı şairane girişimlere yoruyordu. Geceleri
düşünür, sabahları uyurdu. Ama yine de böyle bir seçeneği varken, aşık olma
ihtimalini zorlamayı seçti. “Belki” de dedi, “Gözümün önündeki bu gerçeğe
gitmem gerekiyor. Zaten en mantıklısı ve beni en çok mutlu edecek şey bu,
gelecek kaygım olmaz, kapının önüne koyulma korkum olmaz, evlenmem de
kolaylaşır hem, zaten en önemlisi yaşlanınca rahat ederim”. Artık karar
vermişti Melih,aşık olmaktan daha iyi bir seçenek yoktu.
Akşam Âdem aradı; “Yarın sabah kahvaltı yapacağız, ilginç haberlerim var”.
Melih, heyecanlanmamış gibi yapmak için kendini zorladı ve başardı bunu;
“Ulan ne tuhaf adamsın. İyi tamam yarın gel.”
Sabah oldu. Adem kapıdan girer girmez: “Önce hemen bu kadın nedir, nasıl
biridir, nerde gördün, emin misin bakıştığından gibi sorularımı cevapla?” diye
hücum etti;
-Ya bak şimdi... Ben bu kadını otobüste, sokakta, okulda; her yerde görüyorum.
Buralarda oturuyor sanırım devamlı denk geldiğimize göre. Bakıyor abi yani,
herhalde anlarım bir kadının özellikle bakıp bakmadığını, bilirsin. Hatta en
son otobüste ben son durakta iniyorum ya, o da aynı yerde indi ve en önlerde
olmasına rağmen kaç kez dönüp baktı ama gidemedim. Yani ne bilim yanlış
anlamışımdır, emin olamadım.
-Ee bakıyor diyorsun işte madem yakaladın neden gitmedin?
-Karşısında beklenmedik bir tepkime olur diye gitmedim
-O ne demek lan…
-Ne bilim oğlum ya titrerim, kekelerim falan, rezil olmayalım
-Bu zamana kadar olmadık da ne oldu ? Kim duydu bizi ? Plaket mi verdiler rezil
olmadık diye?
-Ne bileyim, haklısındır belki de... Evet sen ne diyecektin, neymiş bu ilginç haberler?
-Bak şimdi… İyi dinle, çok zamanım yok, benim acil iş yerine geçmem lazım,
zaten bugün Kpss’nin son başvuru günüymüş daha bankaya gideceğim, bir ton işim
var.
-Söyle lan hadi uzatma…
-Dün benim otobüste çektiğim videoyu bizim okuldan bir arkadaşa yolladım, Fen
Fakültesinden. Tanıyor musun diye sordum, tanıdık çıktı valla.
-Hadi lan…
-Evet oğlum ben sana demedim mi… Neyse kız hakkında bilgileri açıklıyorum; ismi
Şafak, soyadı Esmer. Ankaralı, Fen Fakültesi Matematik Bölümü Birincisi…
-Yuhhhh. Desene ortak özelliğimiz var!
-Tabi tabi matematikçiler öyle şiir, edebiyat falan sevmez biliyorsun, işin
zor.
-Ee peki sosyal medya?
-Bunu duymamış olayım, kız bana bakıyor diyorsun, sizin bir hikayeniz var. Bu
hikayeyi sosyal medyayla batardize etmeyeceksin.
Melih, kafasını çevirip gülümsedi buna ama Âdem anladı güldüğünü. Yine de
teamüller gereği, kimse kimseye bir şey demedi ve Âdem giderken Melih;
-E nolcak peki bu bilgilerle napacağız ? Bilgi verip gidiyorsun, birlikte bir
strateji geliştirmemiz lazım.
-Biliyoruz. Dediğim gibi şu işlerimi halledeyim, akşam haber vereceğim sana.
Adem çıktı ve işlerini halletmek için dünyanın yolunu tuttu. Melih aynanın
karşısında provalara başlamıştı bile, tabi sosyal medyadan bakıldı ama net bir
bilgi alınamadı. Belki de sosyal medyası yoktu bile. Bu iyi haberdi, o halde farklı biri olma ihtimali daha
yüksekti.
Melih, herhangi bir hamlede bulunmadı. Âdem’in beni bekle tavsiyesine uyup,
birlikte hareket etmek istiyordu. Dolayısıyla akşam olmasını bekledi ve o gün
biraz zor akşam olmuştu.
Akşama doğru Âdem aradı; Melih’e hazırlanıp gelmesi gerektiğini ve bugün
Şafak’la görüşme ihtimallerinin olduğunu söyledi.
Melih en şık gömleğini ve yeni ayakkabısını giydi, Âdem’in evinin yolunu tuttu.
Sokak ve caddelerde Şafak’ı arıyordu gözleri ister istemez. Âdem’in evine
gittiğinde Âdem de en şık elbiselerini giymiş, Melih’i bekliyordu.
-Nerede kaldın be, ağaç olduk
-Geldim geldim. Eee napıyoruz şimdi, nasıl görüşeceğiz Şafak’la ? Ne ayarladın
yine ?
-Sakin ol, hepsi bende
-Peki napıyoruz, hadi çıkalım o zaman
-Çıkıyoruz çıkıyoruz.
Evden çıktılar, caddeye indiler ve yürümeye başladılar. Melih nereye
gittiklerini tekrar sordu, Adem ise hiçbir yere gitmediklerini söyledi. Melih
şaşırdı;
-Nasıl yani ?
-Ne nasıl yani ? O kız buralarda bir yerde ben inanıyorum ve biz onunla sokakta
karşılaşacağız. Sonra sen de gidip konuşacaksın
-Dalga mı geçiyorsun lan plan dediğin bu muydu ?
-Evet
-Bu yüzden mi giydin beyaz gömleğini yani ?
-Evet
-Yahu bırak, ben de bir şey var sandım taşşak geçiyorsun resmen
-Hee taşşak geçiyorum. 12 saattir ayaktayım lan ben. Çalışıyorum. Onun üstüne
seninle çıkıp gezerek taşşak geçmeyi tercih etmezdim herhalde, gidip evime
yatardım
Aralarındaki teamül gereği Melih buna cevap vermedi ve o gece yaklaşık 4 saat
boyunca caddelerde yürüdüler, belki Şafak karşılarına çıkar da Melih konuşur
diye.
En son eski Rum evlerinin olduğu bir sokaktan geçerken Melih, evlerden birine
yaslanıp bir sigara yaktı;
-Sağ ol benimle bu belirsizliği paylaştığın için ama umarım ileride gülelim
diye bu işlere girişmemişsindir; zira kızdan gerçekten hoşlanıyor olabilirim
-Sen kimseden gerçekten hoşlanmazsın!
-O ne demek ya bunu nerden bilebilirsin ki ?
-Kendimden…
Aralarındaki teamül gereği Melih buna da cevap vermemişti ve sitem dolu bir
tebessümle gökyüzüne baktı. “Belki de” dedi, “Tanrı beni duyacak”.
Sonra yola devam ettiler. Ayrılıp, eve doğru yöneldiler.
O gece Melih düşündü; bu kadar bakışın, bu mutantan sancıların ve binlerce
adımın bir anlamı olmalıydı. Âdem nereden tanıyordu ki o kadını pat diye
karşısına çıkmıştı, tesadüf değildi işte bu bir hikayenin başlangıcını işmar
etmişti. Dolayısıyla daha sistemli ve
programlı bir stratejiyle hareket edilmeli ve bu hikayenin hakkı verilmeliydi. Gece
boyu düşündü ve gecenin sonuna yolculuğu sırasında aklına sabah uygulayacağı
bir fikir geldi;
Nüfus dairesinde çalışan arkadaşı Ümit Abi. Sabah onu arayıp, kızın ismini soy ismini
verip kişisel bilgilerini alacaktı. Peki verir miydi ? Ümit oldukça ahlaklı ve
ahlakçı bir tipti. Onu ikna etmek zor olacaktı. Ama sonuçta burası da Almanya
veya Japonya değildi; resmi dairelerde her şeyin bir yolu olmalıydı. Melih o sabah
müsaitlik sordu Ümit Abi’ye. Öğle tatilinde aradı;
-Abi nasılsın ?
-İyiyim Melih sen nasılsın, noldu lan ?
-Nasıl yani noldu lan ?
-Söyle söyle hadi ne istiyorsun…
-Bir şey yok abi nasılsın demek için aramıştım
-He iyi işte ya çalışıyoruz napalım
-İyi abi o zaman. Yine görüşürüz
-Gör… Görüşürüz Melih
Ümit Abi’nin, Melih’e daha ilk cümleden projeksiyon tutup onu kilitlemesi,
Melih’i fena sinirlendirdi. Sırf onu haklı çıkarmamak için telefonu kapatmayı
tercih etti ama inadına yenik mi düştü, önyargılı bir insana karşı zafer mi
kazandı onu düşünüyordu. Sonra aklına
bütün bunları kenara atacağı bir gerçek geldi; O gün Cuma günüydü ! Eğer araya
haftasonu girerse, Şafak’ı son görmesinin üzerinden iki gün daha geçerse, olay
soğur ve neyin üstüne bütün bunlara giriştiğini kıza anlatması zor olurdu.
Sonra Melih’in yeni bir hamle yapması gerekti ve tekrar Ümit Abi’yle iletişim
kurmak geldi aklına. Ümit Abi çok duygusal ve saf bir insandı. Ona uzun ve
duygusal bir mesaj yazarsa, ikna edebilirdi.
-Abi tekrar selam… Az önce bir derdim olduğunu anladın ve ben utancımdan
kapattım telefonu ama gerçekten zor bir durumdayım. Aşık oldum ve çok
seviyorum. Yani kara sevda diyebiliriz. Gerçekten kara bir sevda olarak
düşünebilirsin.
Neyse abi sadede geliyorum, sana şimdi bir isim soy isim versem ve bana bunun
ev adresiydi, telefonuydu, kaç kardeşti falan çıkarsan olur mu ? Yani KVKK
falan biliyorum bunlar yasak ama bir kerelik, kardeşin için yapsan bu işi nolur
ki ? Kaç kez senden bir şey istedim sanki.
-Ver
-Şafak Esmer. Kütük Ankara olması lazım
-Yazcam akşama kadar bekle.
-Sağ ol abi
Bu kadar kolay olur muydu ? Ya da olursa Melih napacaktı, yolda olmaya
alışmıştı ve kafa olarak kendini yola vakfetmeye hazırdı. Peki ya artık
karşılaşma ihtimali doğarsa, onu görmek şöyle dursun, arayıp sesini duymak bile
hiç bildiği bir şey değildi Melih’in. Ne diyecekti ki ? Âdem’e bilgileri
alabilirse dönüş yapacaktı ama bütün bunlar onun başının altından çıkmıştı. Bir
yandan ona kızarken akşam oldu ve Ümit Abi’den adres geldi.
-Bunu sakın hiç kimseye söyleme, yaptığım çok yanlış. Madem çok seviyorsun,
inşallah bir katkım olur bulmana
-Teşekkürler Abi. Allah ne muradın varsa versin , nikah şahidim olacaksın
inşallah.
-Abartma
Melih adresi almış ve Âdem’e karşı bir hamle yapacak olmanın verdiği gururla,
kendi “Üzümünü Ye Bağını Sorma” fiyakasını sattı. Adem çok şaşırdı;
-Nasıl lan ? Hahahaha nasıl ?
-Akşam buraya gidiyoruz.
-Tamam ben hazırım
-Benden haber bekle
Akşam oldu ve diğer arkadaşlarının şaşkın ve onlara aptallık izafe eden
bakışlarına aldırmaksızın, Âdem ve Melih yola koyuldu. İşte bu defa dünyanın
merkezine yolculuk eder gibi basıyorlardı yere. Öncekilerden farklı bir
sağlamlıktı bu. En azından ellerinde bir adres vardı. Adresten sonrasını ikisi
de bilmiyordu ama oraya doğru giderken anlamsız bir şekilde gülüyorlardı. Taş
evlerin arasından, taksi duraklarının yanından, kafelerin üstlerine baka baka,
kaldırımlara bine bine, merdivenlerden ine ine ellerindeki bu adrese ulaştılar.
Bir caddenin üzerinde gayet şık ve lüks sayılabilecek bir apartmanın üst katlarından
birisiydi bu. Zile basmak ve basmamak arasında konuştular, Melih bunun çok
büyük bir yanlış olduğunu söyledi, Âdem de buna katıldı ama en azından zile
bakacaklardı. Âdem her zamanki gibi atıldı, gitti zile baktı ve geldi;
-Şu babasının ismine bir bakalım sosyal medyadan da teyit edelim burası onun
evi mi en azından
-Doğru hemen bakıyorum
Sosyal medyadan baktıkları babanın kızları vardı, buraya kadar gelmişlerdi ama
gerçeği öğrenmeleri çok zaman almadı; Bu Şafak Esmer, o Şafak Esmer değildi.
Aralarındaki teamül gereği yine hiçbir şey demeyip, kalkıp yola devam ettiler. Yolda
Âdem hayalkırıklığını gizlemedi;
-Eee nolcak yani şimdi bu muydu o kadar çaba ?
-Ne olacaktı ki sanki burada olsa, aşağıya inip bana sarılacaktı ve sen de bizi
mi izleyecektin?
-Güzel filmdi ama
-Ney
-Alev… Ferit… Neydi o ya Ah Nerede mi ?
-Siktir Git Âdem. Harbiden siktir git. Kaç gündür maymun olduk burada ve sen
gelmiş Ah Nerede diyorsun.
-Maymun oldum desen haklıydın ama olduk dedin. Sen olduysan ben de oldum. Ama
en azından maymun olarak kalmak istemiyorum. Bu işi buraya kadar getirdik ve
sonlandırmalıyız. Şurada iki bira içip son hamlemizi konuşalım mı ?
Melih sadece kafa salladı. Âdem’e hak veriyordu aslında, sonuçta ne yapılıyorsa
birlikte yapıyorlardı. Oturunca Melih’in aklına tüm yorgunluğu ve ümitsizliğiyle
son bir hamle geldi;
-11880 diye bir şey yok muydu ? Hani herkesin numarası orada oluyordu. Orayı
arayıp isim soy isim verelim ve kaç tane Şafak Esmer varsa versin numarasını,
sonra arayalım tek tek hepsini, artık hangisi çıkarsa.
-Hahahaha deli olan bendim değil mi ?
-Beni de delirttin artık. İyi ya da kötü, bu atağı sonlandıracağız.
-Ben varım.
Melih 11880’i çevirip aradı. Şafak Esmer için üç farklı numara çıktı ve hepsini
kaydettirdi Âdem’e. Birbirlerine bakıyorlardı fakat teamül gereği sadece
gülüyorlardı. Telefonu kapatıp, bu kadar çabanın semeresini almak kalmıştı
artık geriye. Teşekkür etti Melih ve
kapattı.
Bir numarada kimse yoktu, diğeri biraz yaşlı bir kadın olduğundan o olma ihtimali
zaten yoktu ve sonuçta tek bir kişi kalmıştı. Aramadan ikna olabilecek bir
durumları yoktu çünkü ellerinde herhangi bir görüntü mevcut değildi. Aramak
için adeta annesini emmek için son kalan memeye yetişmeye çalışan iki yavru
kedi gibi yarış ettiler ve Melih kazandı. Çevirdi numarayı ama
sesi içeri kaçmakla birlikte dışarıya da kaçmıştı. Sesi genel olarak kaçmıştı;
-Alo
-Şafak
-Kimsiniz
-Sen Ankara doğumlu, Matematik birincisi, Şafak Esmer’sin değil mi ?
-O mu olmam gerekiyordu ki ?
-Evet o olman gerekiyor
-Neden
-Çünkü ben seni çok aradım
-Nasıl aradın ?
-Devleti araya soktum
-(Gülümseyerek) Neyse daha fazla konuşmayalım iyi akşamlar
-İyi akşamlar
Konuşmuşlardı işte. Cebrail ile konuşan Muhammet Peygamber gibi bir efekt beklemişti
Melih fakat kendi kendisiyle konuşan bir adam gibi hissediyordu daha çok.
Teamüller gereği Âdem hiçbir şey demedi, üzülmüştü ama önüne baktı, uzağa
bakacak bir yerde oturmuyorlardı, zaten uzağı da çok iyi göremiyordu. Melih
dedi ki "asıl olayı anlatamadım ki benim kim olduğumu hâlâ bilmiyor sonuçta", yani o
sürekli bakıştığı, dönüp dönüp baktığı kişinin kim olduğunu görmesi
gerekiyordu. Sadece bir ses olarak kalmamalıydı. Evet döndü Watsapp’a ve kendi
fotoğrafını yolladı, “işte bak ben buyum, buldum seni gördün mü” minvalinde
şeyler dedi;
-Aylardır bakışıyoruz ve en sonunda seni hiçbir ekranda önüme sunulmasan da
kendi kendime buldum. Hem de şöyle buldum biliyor musun, önce nüfus dairesinden
adresini buldum ve sen o çıkmayınca 11880’i devreye soktum, düşünsene bir
hikaye olacak artık aramızda. Özür dilerim rahatsız ettiysem ama ben buyum
işte.
Şafak gördü ve tek bir şey yazdı;
-Bu serüven beni çok şaşırttı, çok tuhaf gerçekten ama ben seni tanımıyorum.
Yani bakmışımdır, doğrudur ama boş baktım demek ki. Seni incitmek istemem, özür
dilerim.
Âdem “Ne dedi?” diye sordu heyecanla, Melih ise az önce sakinleşmiş bir
coşkuyla sadece baktı. Âdem, teamüller gereği bir şey sormadı artık. Bir iç
çekti ve “En azından denedik” dedi sadece.
Melih, biraz üstündeki televizyon
ekranına doğru çevirdi kafasını; “Kpss Başvuruları Bugün Sona Erdi” haberini
gördü, önüne baktı, sakalıyla oynadı ve bir daha uzun süre hiç konuşmadı.